ayhan altay

ANASAYFA

ÖZGEÇMİŞ

KÖŞE YAZILARIM

ARASIRA YAZDIKLARIM

YAZILARIM

ŞİİRLERİM

FOTO

GÖRSELLER

BANA YAZILANLAR

 

BU ÜKE GÜZEL İNSANLARI SEVMİYOR

Yıl 1986. Bergama Kozak bölgesi Göbeller Köyündeyim. 12 Eylül'ün karanlığı çökmüş tüm ülkemin üzerine. Değil konuşmak, yan bakmaktan bile korkulan zamanlar. Yakılan kitapların izleri sobalarda duruyor. Ne okunacak bir kitap bulmak olası ne de okumak.

Dikili'de bir "Barış ve Demokrasi Festivali" düzenlendiğini duyuyorum. Dostum Hüseyin Avni Güler'e takılıyorum beni götürsün diye.

O yıllarda değil araba sahibi olmak, ay başından ayın sonunu bile tutturmak olası değil. Her tür baskıya eklemlenmiş ücret azlığı baskısı da hat safhada.

Bergama'da küçük bir işi vardı Hüseyin'in. Onu bitirip geçtik Dikili'ye.

Dikili'yi ilk kez görüyorum. Arabayı park edip yürüdük kıyı boyu. Daha en başta bir başka havayı soluyor bilinciniz. Her adımda bir büyük şaşkınlık yaşıyorum. Sokaklarda kitap sergileri. Tümü olmasa bile sobalarda yaktıklarımızın bir bölümü açıktan satılıyor. Yine de kitap almak bile büyük cesaret isteyen iş.

Kıyı kahvelerine geliyoruz. Belleğim yanıltmıyorsa EZGİ olacak ilk paneli dinlediğimiz kahve. Konuşmacıları dinlerken bile kuşkulu insanlar. Polis, tüm etkinlikleri kamera ile kayıt altına alıyor. Tabi, katılımcıları da. Bu arada üstü açık tehdit olarak algıladığım sözleri de duyuyorum. "90'a beşge hazırlıyoruz." Şimdilerde gençler bilmezler ama o yıllarda çok duyulan bir söz vardı: "Yıl sıfır, darbe hazır."

Yakınımızdaki masada oturan biri -sonradan öğretmen olduğunu öğreniyorum- elindeki gazete ile kameranın kendisini görüntülemesini maskelemeye çalışıyor.

Daha sonra Çamlaraltı'nda panel var. İlk festivalde miydi, ikinci de mi, üçüncüde mi anımsamıyorım. Çamlaraltında Rıfat Ilgaz'ın yaşamını anlatan bir film izliyoruz. "Karartma Geceleri". Sonrasında panel.

Süreçte Türk Yunan Dostluğu, Olaf Palme anıtı ve bir başka gecede büyük olasılıkla kasıtlı olarak sık sık kesilen elektrikler nedeniyle bir türlü izleyemediğimiz, Levent kırca'nın oynadığı "Yaşar Ne Yaşar, Ne Yaşamaz" oyunu.

 

Tüm bunları başlatan Sevgili Osman Özgüven, bir başka yerdeki duruşunu sürdürdü günümüze değin. 12 tona kadar neredeyse ücretsiz sağlanan su, ücretsiz kent içi otobüs, ülkenin en ucuz (25 kuruş) ekmeği, bir liraya rontgen ve benzelerini tattırdı ülkeye.

Şimdi bu başkana sekiz yıl hapis cezası onaylandı. En büyük suçu yukarıda yalnızca küçük bir bölümünü yazdıklarım elbette. Görünürdeki suçu ise Belediyeyi zarara sokmak. ne mi yapmış başkan; Belediyeye ait şirketin araçlarını, ihale yoluyla yine Belediyeye almış. Yani sağ cebindekini sol cebine aktarmış. Bunu suç saymaya hangi vicdan el verir. Yapılan işin öz açısından suç sayılması ancak şaka olabilir. Eğer şekil açısından suç oluşturan bir yasa varsa bile yargıcın vicdanı bu yoruma açık yasayı uygulamak olmamalıydı.

Bir gün bile solun iktidar olmadığı bu ülkede nedense tüm sağ iktidarlar "sol" düşmanıdır. Ülkedeki tüm olumsuzlukların suçu, o bir gün bile iktidar olmamış sola yüklenir.

Osman Özgüven klasik bir CHP'li değildir. O, sol değerlere inanmış bir kişidir. İşte gerçek suçu da budur.

Şimdi birisi gelsin de bana bunun "siyasal bir linç" olmadığını anlatsın.

 

                  Paylas