ayhan altay

ANASAYFA

ÖZGEÇMİŞ

KÖŞE YAZILARIM

ARASIRA YAZDIKLARIM

YAZILARIM

ŞİİRLERİM

FOTO

GÖRSELLER

BANA YAZILANLAR

 

YOKLUK DOKUNUYOR

Günlerdir siyasal parti sözcülerini dinlemeye çalışıyorum. Sakın bundan zevk aldığımı sanmayın. Dinlemem gerektiğine inandığım, bir de yazı yazarken haksızlık etmemek için kendimi dinlemeye zorluyorum.
Önce bir mazot polemiği yaşandı. Yok bir liraydı, yok altıydı, yok üstüydü. Sonra o tüketildi. Ardından “ip atma” polemiği. Sanki çamaşır asmaktan söz ediliyor. İdama karşı olmama karşın, idamı savunanlara da saygı duyarım ama insan asmayı marifet sayarcasına politika yapılmasını anlayamam.
Diğer yanda yeniden oluşan cumhurbaşkanlığı seçimi tartışması. Biri birden çok kişi önermeyi, uzlaşma seçeneği sanıyor. Diğeri ise nitelik üzerinde söz edemiyor da; “meclis dışından biri olsun” diyor. Anlaşılan kendi gösterdiği milletvekili adaylarının niteliğine kendi de güvenmiyor.
Oysa ülkenin varsıllaştığı savlarına karşın en büyük sorunu yoksulluk. Bu düzenin egemenleri ve onların siyasal uzantıları halkı önce yoksul kılıyor, sonra onunla alay ederek üç beş torba kömür, birkaç kilogram yiyecek, tekini seçimden sonra alacakları ayakkabı, ya da kapağını sandıktan çıkacak oylara göre alabilecekleri tencere ile oylarını alma oyunlarına başvuruyorlar. Bu dağıtılanların ne sosyal adaletle, ne de yardımlaşma ile bir ilişkisi olamaz. Bu olgu halkın onurunu zedeliyor. İnsanları, hakkını alma savaşımından uzaklaştırıyor. Giderek onursuzlaşmış, neredeyse köleleşmiş beyinler oluşturuyor. Bu bir topluma yapılabilecek büyük bir haksızlıktır.
Onurlu bir toplum olmanın ön koşullardan biri, aç ve açıkta kalma korkusu olmayan bireyler yaratmaktan geçer. Bu da sosyal yasalarla güvence altına alınarak yapılır. Oysa uzun boylu cüceler; ne yoksulluğun nedeni olan işsizlik sorununun çözümü üzerine bir somut önermede bulunuyorlar; ne de yoksulları koruyacak sosyal yasalardan söz ediyorlar. Onlar için insanların onurluca yaşamaları değil, kendilerinin istediği an kesebileceği ianeleri kabul etmiş, kendine güvensiz olmaları önemli.
Açlık sınırının üçte ikisi kadar olan enaz ücretli (asgari ücretli) bir iş için yüz binler başvuruyor. Yani insanlar açlığa mahkum. Bunlar konuşulmuyor.
Anlı şanlı sendikalarımız bu sorunu arada bir yasak savma biçiminde açıkladıkları raporla geçiştiriyorlar. İşsizlik sorunu onları hiç ilgilendirmiyor. Oysa işsizlerin baskısı, çalışanların üzerinde büyük bir ağırlıktır. Daha az ücrete sendikasız çalışacakların hazır olması, örgütlü olanların haklarını almasını da engelliyor.
Bizim anlı şanlılarımız ağaca bakmaktan ormanı görmüyorlar. Fındık ederi şu kadar kuruş olacak, mazot inecek gibi göz boyayıcı söylemleri, somut çözüm olarak yutturmaya çalışıyorlar. Bunların gündemlerinde gelir dağılımı adaletsizliğini gidermek diye bir konu yok. Yurttaşlık hakkı diye bir kavram yok. Çünkü IMF ve Dünya Bankası izin vermez, biliyorlar.
Asalında bu “uzun boylu cüceler”e de acımak gerek. Bir yandan halkın istemleri, diğer yandan IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların baskıları arasında cambazlık yapmak hiç de kolay değil. Ne yardan geçebilirler, ne serden. Halka, olmadıkları gibi görünmek için yaptıkları şaklabanlıklar da cabası.
Neyse; bir dostumun anlattığı, gerçek bir olayı anlatan öyküyle bitirelim bu kez de. Anlayanlar anlar…

İzmir- Menderes’in Tekeli adında bir köyü, bu köyde yaşamış bir İbrahim’i varmış. Köy, genelde pamuk üretimi yapan, yurdun diğer bölgelerine göre varsıl sayılabilecek Ege köylerinden biri. Köy varsıl da olsa, köylünün tümü varsıl olmaz. Bu bizim İbrahim de köyün yoksullarından.
Köylüler, özellikle yaşlılar güneşli günlerde köy meydanında oturur, söyleşirler. Bu köyde de durum aynıdır. Böylesi bir kış gününde, köyün birkaç yaşlısı meydandaki bir yerde dertleşirlerken İbrahim de yakınlarında onları dinlemektedir.
Yaşlılar bir araya gelince ne konuşurlar? Ya gençlik ve askerlik anılarını ya da yaşlılığın getirdiği sorunları. O gün de konu yaşlılığın getirdiği bir sorun olan yiyeceklerin sindirilememesinden oluşan rahatsızlıktır. Konuşan herkes, dilediğini yiyemediğini, -kimisi etin, kimisi biberli yiyeceklerin, kimisi kuru fasulyenin midelerine dokunduğunu- , söyler.
Bir kenardan bunları midesi biraz da guruldayarak dinlemekte olan İbrahim, dayanamaz, patlar:
—Bana da yokluk dokunuyor arkadaşlar, yokluk. Der.