ayhan altay

ANASAYFA

ÖZGEÇMİŞ

KÖŞE YAZILARIM

ARASIRA YAZDIKLARIM

YAZILARIM

ŞİİRLERİM

FOTO

GÖRSELLER

BANA YAZILANLAR

 

VAH BENİM DİLİM

Geçenlerde bir haber okumuştum. Bir dili konuşan yalnız iki kişi kalmış, onlarda birbirine küstükleri için artık o dil konuşulmaz olmuş.
Dünya genelinde konuşulan kaç dil var tam olarak bilinmiyor ama 6800 dolayında olduğu varsayılıyor. Bu dillerin büyük bölümünü çok az kişi konuşuyor. Bu nedenle de az konuşulan diller, giderek konuşulmaz oluyor ve yitiyor. Oysa yiten her dil aynı zamanda yitirdiğim bir zenginliğimizdir.
Bir de anadili sorunu var. Anadil insanın düşündüğü dilidir. Bir insan birçok dil bilebilir ama yalnızca ana dilinde düşünür. Düşündüğünü başka dillerde anlatabilir. Bu konuştuğu dillerde düşündüğü anlamına gelmez.
Biliyorsunuz yurdumuzda da çeşitli diller konuşulmaktadır. Türkçenin dışında Kürtçenin iki kolu, Çerkezce, Abazaca, Gürcüce, Boşnakça, Rumca, Ermenice bu dillerden bazıları.
Bazı dönemlerde bazı diller baskı altında kalır. Ya direnir ya da özgünlüğünü yitirir ki bu kendisinin sonu olur. Yakın geçmişimizde yasaklanan ve yer yer bugün de konuşulması istenmeyen Kürtçe gibi.
Oysa şimdi ben sizlere Türkçe baskı altında desem, sanırım şaşırırsınız. Oysa Türkçemiz gerçek bir baskı altındadır ve bu ilk baskılanışı da değildir.
Türklerin kitlesel olarak İslamiyeti benimsemesiyle Türkçe baskılanmaya başlamıştır. Karamanoğlu Mehmet Bey’in Türkçenin kullanılmasını zorunlu kılması bile bu baskıyı kaldıramamıştır.
Osmanlı döneminde Arapça ve Farsça karışımı bir dil İstanbul okumuşlarınca (asla aydın değillerdi) üstün sayılmıştı. Cumhuriyetle birlikte bazı yanlışlıklara karşın Türkçe öne çıkarılmıştır.
Türkçe bu dönemin ilk darbesini Demokrat Parti zamanında yemiştir. İkinci büyük darbe Kenan Evren’in zorbalığının ayyuka çıktığı 12 Eylül döneminde olmuştur.
Günümüzde Türkçe iki tehdit altındadır. Bunlardan birincisi İngilizcenin baskısıdır. Tıpkı Osmanlı döneminde Farsça ve Arapçanın saygınlaştırılması gibi, günümüzde de İngilizce saygınlaştırılmıştır. Bir ülkenin okullarında öğretim dilinin başka bir dil olması anlaşılır, benimsenir bir olgu değildir. Yabancı dili iyi öğrenmek ayrıdır, onu eğitim-öğretim dili yapmak ayrıdır. Bu en hafif deyimiyle onursuzluktur. Bir de buna sokaklarda yaratılan ne İngilizce, ne Türkçe olan sözcüklerle konuşmaya çalışanlar ile beni en çok kızdıran işyeri tabelalarındaki yabancı dille yazımlaş adlar kepazeliklerini ekleyin.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi, Çevre ve Orman Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliğinin bakanlık çalışanlarına gönderdiği bir yazı var ki evlere şenlik. Bu yazıda bazı Türkçe sözcüklerin yerine Arapça karşılıklarının yeğlenmesi öneriliyor – 12 Eylül döneminden farkı yasaklama değil de önerme (o tavsiye diyor) olduğu savlaması. Oysa buna uymayanların başlarına neler gelebileceği düşünüldüğünde bunun bir yasaklama olduğu apaçık.- Bazı istenmeyen sözcükler ve yerine kullanılması istenen sözcükler: "atama" yerine "tayin", "zorunluluk" yerine "mecburiyet", "katılmak" yerine "iştirak" gibi..-
Bu öneriyi, pardon tavsiyeyi yapan Müşavir Cemal Nogay "Arapçalaştırma söz konusu değil, sadece Türkçe zenginliğini anımsatmak istedim. Türk diline olan kişisel ilgimden dolayı böyle bir tavsiye yazısı gönderdim" diye savunuyor kendini ve ekliyor: “Bakanın bundan haberi yok.”
Ne güzel savunma değil mi? Masum bir insanı bıçaklayan sokak kabadayısının “Midesi ağrıyordu, ameliyat etmek istedim. “ savunması kadar inandırıcı…