ayhan altay

ANASAYFA

ÖZGEÇMİŞ

KÖŞE YAZILARIM

ARASIRA YAZDIKLARIM

YAZILARIM

ŞİİRLERİM

FOTO

GÖRSELLER

BANA YAZILANLAR

 

İSTİKRAR BOZULSUN

Dışarıda kavga var
Dövüşen, haklı ile haksız
Biziz yenilen kavgada
Evlerde kaldıkça yalnız

Yurdumun durumu bana yine yukarıdaki Necati Cumalı dizelerini anımsattı. Ortam öğlesine gerildi ki, ulusal takımın aldığı sonuçlar bile örtemiyor görüntüyü.
Çeşit çeşit kavga vardır. Bunların en bilinenleri mahalle kavgası, komşu kavgası, ekmek kavgası, kayıkçı kavgası gibi adlarla anılır.
Mahalle kavgası ile komşu kavgası konumuzun dışında. Bizi ilgilendiren kavga “ekmek kavgası” ile uzun boylu cücelerin “kayıkçı kavgası.”
12 Eylül 1980’de beşli çete yönetime el koyduğunda söylenen iki söz çok önemlidir. Bunlardan biri darbenin ABD başkanına iletiliş biçimi: “Bizimkiler Türkiye’de yönetime el koydular” ve bir işveren temsilcisinin sözleri – yanılmıyorsam Halit Narin- : “Bugüne kadar biz ağladık, bundan sonra ağlama sırası işçilerde…”
İşte o günden bugüne, yirmi sekiz yıldır gelip geçen tüm hükümetler döneminde halkın ağlaması sürüyor. Ulusal gelirin paylaşımındaki adaletsizlik her hükümet döneminde büyüyor. Yani ekmek kavgamızdaki yenilgimize her gün yenileri ekleniyor.
İşin bir de maskeleme yönü var. Her iktidar, kendisinin gönenç getirdiğini ileri sürüyor. Turgut Özal; her isteyene otomatik telefon bağlattığıyla övünürdü. Tansu Çiller; Avrupa birliğine girmek söz konusu bile değilken bizi gümrük birliğine soktuğunda, halk gümrüksüz gelecek otomobillerden rahatça alabileceği sanısına kapılmıştı. –Bunun ne kadar büyük bir kazık olduğunu çook sonraları anlayabildik.- Şimdilerde Tayip Erdoğan ise diğerleri kadar belirgin olmasa da bilgisunar (internet) yaygınlaştırması ile övünüyor.
Tüm zamanların yapmacık muhalefeti ise elindeki tek telli sazıyla kendini bile inandıramadığı mavalları okuyor. Karanlıktan korktuğu için bağıra bağıra türkü söyleyen çocuklar gibi.
İşte bu tür hükümet ve bu tür muhalefetten oluşan koronun adıdır, “kayıkçı kavgası.” Bu kavganın tek amacı vardır. İnsanların ilgisini kendi çıkarlarının dışındaki alanlara çekip, onların ceplerini boşaltmak.
Başbakan ve hatta Cumhurbaşkanı’nın Viyana’ya maça gideceğini söyleniyor medyada. Gitsinler tabii. Gitsinler de, onlar Viyana’ya gittiğinde ekmeğe yapılan zam geri alınacak mı? Ya diğer yiyecekler yapılan zamlar? Peki, petrol fiyatları gerileyecek mi? Gelir dağılımındaki adaletsizlik bitecek mi? Yani kursağımıza bir lokma daha girecek mi?
Sizce nedir, ülkeyi yönetenlerin görevi.
*          *          *
Ben bunları yazdığım anda İstanbul’da TUSİAD bir toplantı yapıyor. On beş günde, on beş bağımlılık ve soygun yasalarının mimarı Kemal derviş bu toplantının başoyuncusu.
Toplantı önce yeni Anayasa gündemli gibi yansıtıldı ama yapıldığı anda bile tam amacı açıklanmış değil. Oysa bunda bilinmeyecek bir şey yok. Son günlerde oluşan gelişmeler kaymak tabakamızı rahatsız ediyor. Onlar toplumsal sorunların değil, kendi ekonomik hegemonyalarının ve sınırsız kazançlarının sürmesi için çabalıyorlar. Toplantıdan yansıyanlar, “tek parti iktidarı sürsün istikrar bozulmasın,” benzeri sözler.
İstikrar sözcüğü bizde sihirli bir sözcük gibi kullanılıyor. Neredeyse dokunulmazlığı var. Nedir istikrar? İçine bulunulan durumun korunması değil mi? Peki kimler memnun bu durumdan? Pazardan boş dönenler mi? Dört yüz yirmi lira en az ücretle geçinmeye çalışanlar işçiler mi? Borç batağındaki memurlar mı? Koşulları her geçen süre daha kötüye gittiği için köylerini terk eden çiftçiler mi?
Başkalarının adına konuşmayı sevmem. Sendikal hakları olmadığı savıyla örgütü EMELİ-SEN kapatılan memur emeklisi ben, memnun değilim. Özellikle de bu adaletsiz gelir dağılımının değişmesi için İSTİKRARIN BOZULMASINI İSTİYORUM.